30 Eylül 2010 Perşembe

Kapadokya sene 2005 eylül...

Ihlara vadisinden başladık gezmeye yöreyi...Çok derin bir kanyon burası, sanki dev bir araç gelip oymuş gitmiş kilometrelerce ....Kendimizi bir film setinin içinde gibi hissettik üstelikte uzay filminin..))) Resimleri o zaman bir cd ye atıp kaldırmıştık sonrada bulamamıştım..))) nihayet buldum ve paylaşıyorum ....
Peri bacalarının heryanı sardığını görünce ne kadar şaşırmıştım meğer bütün yöre böyleymiş...
İçlerini oyup konut olarak yada depo olarak kullanılanlarıda var tabi....
Şimdi neden balonla da gezmedik yöreyi diye hayıflanmıyo değilim... manzaranın yukarıdan çok daha güzel olduğunu izliyorum zaman zaman tv'den...
Zamanında kent bile kurmuşlar peri bacalarından...
Üç Hisar kalesiydi galiba burası bütün yöreye kuşbakışı bakılan tepenin üstünde surlardan çekim yaptık....
Çok asil bir duruş dimi.....
Tekrar gitmek istiyorum oralara ve daha uzun süre kalabilmeyi planlıyorum nasip olursa....

BİR EŞİ OLMALI İNSANIN

Bir eşi olmalı insanın
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
Yağmur O'nun sesini.
Akşam..
. onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği,
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim...

Can Yücel

çanta netten

 (400x400, 54Kb) (392x576, 72Kb)

29 Eylül 2010 Çarşamba

Hacı Bektaş Veli

Burada yazılanları uygulamak çok mu zor...İnsan olmanın gereği bunlar ama nedense çok onayladığımız halde bir maddesini bile ilke haline getiremiyoruz....

Türbenin, küçücük bir kapısı vardı eğilerek girdik içeriye....meğer özellikle öyle yapılmış...
Hacı Bektaş Veli'nin turbesi ...bir hanım yasin okuyordu...

Türbe kapısının önünde semah yapanlar....
Avludan türbenin görüntüsü...


Yurdumuzun dört bir yanından gelmişlerdi türbeyi ziyarete....beş yıl önce gittiğimiz için bir çok şeyi unuttuğumu fark ettim... bir daha böyle önemli yerleri gezerken not almam gerektiğini düşünüyorum....

28 Eylül 2010 Salı

26 Eylül 2010 Pazar

Dün Dünya Kalp Günüymüş...

Sabah doktor programlarında izledim Dünya Kalp Günü olduğunu ve özellikle de izledim. Kayınvalidem yeni anjiyo oldu yani bizde bu aralar kalp ile ilgili çok konuşuluyor. En önemli organlarımızdan birisi kalbimiz, çünkü doğduğumuz andan itibaren ölünceye kadar hiç durmadan sürekli çalışıyor. Ona iyi bakmamız gerekli ama nedense bir sorun olmadan hiç bir organımıza ilgi göstermiyoruz. Ben kendi adıma böyleyim bu sene biraz fark edip kontroller yaptırmaya başladım ama bu zamana kadar herhangi bir hastalığımın olmaması tamamen bir şans. Ne bir spor yapıyorum nede sağlıklı beslenmek gibi bir alışkanlığım var. Eşim geçen yıldan beri şeker hastası ve tamamen beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak gelişen bir hastalık, annede, teyzelerde, dayılarda hepsinde var bu hastalık ve biz hala daha demiyoruz ki hastalığın sebebine karşı bir önlem alalım. Geleneksel olarak elli yıl önce nasıl besleniyorsak hala devam ediyoruz. Bunların farkında olduğum halde ben alışkanlıklarımızı bir türlü değiştiremiyorum. Ne yazık ki bütün lezzetli yiyecekler zararlı. Ama hastalıkları da görünce önlem zamanıdır diye düşünüyorum. Sağlıklı günlerimiz olsun dileklerimle...iyi bir hafta geçirelim diyorum.

Bugün pazar

Çalışıyorken ne çok işim olurdu pazar günleri, kendime bir türlü zaman ayırmaz, ertesi gün işe gideceğim için, işlerimi tamamlayamadığım için, uykumu alamadığım için huzursuz yatardım tabiki huzursuz da uyanırdım "pazartesi sendromu" dediler sonra buna ..))) Çocuklar küçük, biz çok genciz, imkansızlıklar içinde güzel bir hayatımız olması için uğraşıyoruz o zamanlar ama bir türlüde tamam olmuyor isteklerimiz. Bahar aylarında mutlaka pikniklere gitmek isterdik pazar günleri, işleri ayarlayıp oralara yetişmek için ne kadar çok yorulurdum ama değerdi...şimdi her gün pazar günü gibi sanki, bir kıymeti kalmadı ... Okullar açıldığında pazar günleri çocukların çamaşır ve banyo işleri yüzünden koşturma içinde geçiyordu, yetişemedikçe çocuklara kızıyordum birde iyimi, kimbilir bana içlerinden nasıl öfkeleniyorlardı ama bende haklıydım kendimce, onca işin gücün altında kalıveriyordum... Her evde olmuştur bunlar ben çocukken de annem ev hanımı olmasına rağmen pazar günü bir dolu işi olur hep bize kızardı... Çamaşır elde yıkanırdı o zamanlar suyuna da soda konurdu, o koku burnuma geliverir bazen... çoğu kere maç izlenirken, daha doğrusu dinlenirken annem çamaşır yıkıyor olurdu yorgun ve öfkeli...şimdi futbol maçı bana bunları çağrıştırıyor ... kokuların izleri galiba... bugün pazar yazmak geldi içimden aklıma gelenleri.... soda kokulu çamaşırlarımı özledim yoksa ....

22 Eylül 2010 Çarşamba

Gençmiyiz yaşlımı ?

  • Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir…
  • İnsan kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi neticesinde yaşlıdır.
  • Cesareti neticesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır…
  • Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır…
  • Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesidir…
  • Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların teslim edilmesi, ruhu buruşturur…
  • İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar…
  • İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır.
  • Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.
  • Yaşlanmak, bir dağa tırmanmak gibidir... Çıktıkça yorgunluğunuz artar, Nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler. Beynimiz, yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır… !!!

William Ewart Gladstone

1809–1898 yılları arasında yaşamış ve İngiltere’de dört kez başbakanlık yapmış bir devlet adamıdır.


Bu yıl yelek modası var haberiniz olsun...

 (421x698, 155Kb)

netten örgüler....

 (425x699, 125Kb) (393x512, 62Kb) (493x698, 87Kb) (600x600, 85Kb)

21 Eylül 2010 Salı

Kokmayan ve bulaşmayanlar kirletir dünyayı

Hiçbir şeyden olamayanları sevmem ben…

Haklıyı görmeyenleri mesela… Gerçeği istemeyenleri… Gerçek ve doğru arasındaki farkı asla ve asla anlamayanları, işin kötü tarafı anlamak istemeyenleri…

Et kokmasın, ayşekadın bitmesin misali… Böyle bir laf yok, ben uydurdum…

Kokmaz ve bulaşmaz insanları sevmem ben…

Kimseyi sevmeyen ama herkesi severmiş gibi yapanları… Herkese canım diyenleri mesela… Ve onlar canım kadar rahat söylerler diğer kelimeleri de…

İnsan taraf olmalı… Sol, sağ, orta… Ama bir yerden… Her yerden değil…

Bir fikri olmalı… Fikir için bilgi olmalı… Bilgi için çaba ve istek olmalı…

Sadece kendi fikri olmalı üstelik… Kalabalıkların yamaladıkları fikirlerle büyüyemez insan…

Kendini sevmeyen insanları sevmem ben, en az narsistik ruh halleri sergileyenleri sevmediğim kadar…

İçindeki derin mutsuzluğu söküp atamayan ve bu yüzden öfkesini ona buna sıçratanları da sevmem…

İnsan, insan gibi olmalı…

Tüm sefilliğini görmeli ve tüm yüceliğini tatmalı…

İnsan kendini tamamlayamadığını bildiği sürece bulaşmaz başkasına… “Bana söyleyeceğine kendine bak!” dünyadaki en doğru sözdür bana kalırsa… Bulaşmama gereğinin delilidir aynı zamanda. Kimdir aramızdaki kusursuz? Kimdir aramızdaki yüce varlık? Kimdir üstün insan?

Herkes sadece kendine bakmalı aslında…

Ne bildiğine…

Ne bilmediğine…

Nereye geldiğine…

Nereye gidemediğine…

Ne olduğuna…

Ne olamadığına…

Ne diyebildiğine…

Ne diyemediğine…

O zaman ne “çakmalar” ne de “yandan yemişler” olurdu… Ne argo bu yarabbim! Ama cuk oturdu, tutamadım kendimi…

Kokmayan ve bulaşmayanlar kirletirler dünyayı… Sessizlikleri tüm rezilliklerin, çirkinliklerin, kötülüklerin iznidir… Dünya onların umursamazlığında gider sonuna, sırtımızda yüktür onlar…
Ne bilgileri ne de fikirleri vardır…

Onlar sadece yaşarlar.

Gıkları çıkmaz…


Alezya...

19 Eylül 2010 Pazar

İyiki varsınız...

Bu masaların etrafında defalarca toplandık, bu kez benim Mertim ve Arzu'nun Berili içindi. Çocuklarımızı okullarına göndermenin tatlı telaşı içindeyken, yanımızda oluveren canımız arkadaşlarımıza buradan da çok teşekkürler.... Gelenek haline getirdiğimiz bu güzel birliktelikler ömür boyu sürsün inşallah... Daha çocuklar evlenecek, torunlar olacak oooooooo bi dolu kutlamalarımız olacak ne güzel....iyiki varsınız, iyiki varız....

13 Eylül 2010 Pazartesi

ne sevimliler...

bir aydan beri

Çok sıcaklarda başladığımız Ramazanı serin serin bitirdik çok şükür... Ramazan buyunca evimizin dış cephesi mantolandı, bu kış bize soğuk işlemeyecek bakalım...Bayram ile tatlandık, referandum ile aklandık mı desem ne desem...))) Bayram pek bir hareketli geçti bizde, kayınvalde az rahatsızlandı, şimdi iyi .... tetkikler yapılacak ona göre tedavi olacak... kalp ile ilgili bir sorun var gibi duruyor şimdilik.... benim minik oğlum Odtü yollarına düşecek, pazar akşamı hayırlısı ile gidiyor okuluna. Felsefe okuyacak orada, bizde burada onu özleyeceğiz. Büyük oğlum, annem, eşim, ben... evin nüfusu bu olacak. Eşim okuluna, oğlum dükkanına, annem ve bende ev ve el işlerimize...
Nedense yılbaşı bana eylül ayı gibi gelir çocukluğumdan beri böyle düşünürüm kendi okul hayatımdan sonra çocuklarımın okul hayatı, herhalde böyle bir durum oluştu bende... yani bizde yeni yıl başladı. Bu sene Ankara hava durumu da takip edilecek bende.. Özetle olan biten bu.. yeni yılımızdan önce sağlık sonra çok kazanç diliyorum.... zira çok para lazım bu sene çok....

4 Eylül 2010 Cumartesi

Osman Müftüoğlu

Kendisi doktor biliyorsunuz akşam NTV de programdaydı Ramazan ayı üzerine sohbet, sunucu soruyor kimler oruç tutmalı yada şu şu hastalığı olanlar oruç tutsunmu filan diye. Çok güzel bir sözle noktalı doktor, aklımda kaldığı kadarı ile aktarıyorum " hastalıklarını bahane edip oruç tutmamayı düşünmek yerine, fiziksel değil ruhsal oruca önem vermeyi deneseler " çok düşündürdü beni bu söz...
Bir ay süresince nefsi terbiye etmek, bence tüm gün aç kalmaktan daha zor çünkü aklımıza gelen düşünceleri engellemek onları bir şekilde dilimizden dökmek için nasıl bir süzgecimiz var acaba? Şu mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine deyip yüreğimizi iyilikle ve sevgi ile doldurabiliyormuyuz bence olması gereken bu .
Yarınki Kadir Günümüz şimdiden kutlu olsun...

3 Eylül 2010 Cuma

hoby odası istiyorum kendime...

Arka balkonuma bende böyle bir düzenleme yapacağım makinamı, bilgisayarımı bütün dikiş,nakış,örgü malzemelerimi orada düzenlemeliyim....balkonum kapalı bu arada onu da belirteyim....vaktin nasıl geçtiğini anlamam sanırım burada....

2 Eylül 2010 Perşembe

olgunluk

Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.

İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi. İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..

Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama çokta yorulmaktan kendimi çokta hırpalamaktan yana değilim. Gerektiğinde hayır demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.

Aileme, eşime ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar. Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.

Önce kendine güzel görünmelisin, kokoz da deseler kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı .Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.

İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok işe yarıyor.

Bir gün hepinizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum.

Can Dündar

netten

yelekler..netten...

1 Eylül 2010 Çarşamba

vogue den ....

Close this windowClose this windowClose this window

Dünya Barış Günü Kutlu Olsun

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman,
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek kanlarının,
barış budur işte.


Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, 'ışık! ışık! ' diye fısıldarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.

Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra.
Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için
Işıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın.
Herkesin 'kardeşim' demesidir birbirine, 'yarın yeni bir dünya kuracağız' demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.

Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde,
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların,
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış.
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
Tüm evren,
taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Yannis Ritsos - Barış