31 Mart 2010 Çarşamba

Can Yücel'den

TAM ZAMANINDA YAŞAMAK

Yemek de boş içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
-Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,


-Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.


Bisikletinin gidonunu
-Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.


-Tam zamanında frene basmalı,
-Tam zamanında yola koyulmalısın.


-Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun


Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
-Tam ağlamak üzereyken.
-Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.


-Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.


-Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon'da Hasan Ağabey'in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.


-Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.


-Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.


-Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.


-Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.


-Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.


-Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.


-Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.


-Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.


-Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.


-Tam zamanında konuşmalı


-Tam zamanında şarkı söylemeli


-Tam zamanında susmalısın.


-Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,


-Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.


-Tam zamanında dönmelisin memleketine.


-Tam zamanında için titremeli,


-Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.


-Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.


-Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
-Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.


-Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az


-Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI ...


Can YÜCEL

26 Mart 2010 Cuma

saatimin tiktakları

Masamda bir saatim var. Öyle zamanlar olur ki, odamın tek sahibi o imiş gibi, her şey lâl kesilir de, yalnız onun sesi yükselir. Bunca zamandır onu, vaktimi bildirmek için çalışır durur bir alet bilirdim. Nihayet onu duyabildim de bana ne kadar anlatacak şeyleri varmış gördüm. Dedi ki:

Benim tiktaklarım bitmez, ama senin ömrün biter; bitmeyene dalıp da biteni kaçırma!

Senin dakikaların benden daha değerlidir. Yegâne sermayen olan ömrün de, kazandıklarından daha değerlidir. Onları, kendin için, ebedî hayatın için kullanmaktan çekinme. Onlarla yaşa, fakat onlar için yaşama…

Saatin önemi, zamanı gösterdiği içindir. Ömrünü de güzel şeylerle dolu bir kitap yap ki, değerli olsun, sana ve başkalarına şevk ve ümit versin.

Ben saatim, adımlarım tiktaklardır, hepsi de birbirine benzer, ama hiçbiri aynı değildir. Onları aynı görürsen, hiçbirinin hakkını veremezsin. Hayat da, dünya da böyledir; Yüce Yaradan her şeyi farklı yaratıyor. Her şeyi birbirinin tekrarı, benzeri zannedersen, görmekten, düşünmekten yoksun olanlardan bir farkın olur mu? Fark et ki, farkın olsun…

Nice zamandır seslenirim; fakat sen bu tiktakları duymazsın; çünkü kanıksarsın. Ülfet ettiğin çok şey var ki, gözlerinin önündeyken onları da görmez, duymaz olursun. Her şeye değişik açılardan bakmayı alışkanlık edin ki, sen de tazelenebilesin. Güzel Yaradan, her şeyde nice güzellikler yaratmış; her şeyin güzel yönlerini görmeye çalış ki, yaşamın da güzel olsun. Ancak böylelikle, gören kör ve duyan sağır olmaktan kurtulabilirsin.

Benim tiktaklarım sana hep aynıymış gibi gelir. Dönüp dolaşıp aynı yere geldiğimi zannetme; her an farklı zamanlara koşarım. Senin de hedefinde dürüstçe, insanca ilerlemek olsun ki, bir yerlere varabilesin…

çekmece sandalye

çekmece sandaLye.jpgçekmece sandaLye (1).jpgçekmece sandaLye (2).jpgkullanışlı dimi...

24 Mart 2010 Çarşamba

öğrenmenin yaşı

İkinci dersimizi bu akşam aldık... harmandalı oynamayı öğreniyorum ben..))) birde Çan sekmesi öğreneceğiz. Çok seviyorum yöresel oyunları ama öğrenmek için neden bu yaşı bekledim onu bilmiyorum..))) Arkadaşlarımla birlikte öğrenmeye çalışıyoruz, öğretmenimiz gene gene anlatmaktan yorgun düşüyor, sesi kısılıyor ders sonunda... ama bu akşam bir figürü eksiksiz oynamayı başardık ya çocuklar gibi sevindik inanın... Öğrenmenin yaşı yok derler ya çok doğru bir söz. Hem spor oluyor bize, hemde oyun öğreniyoruz. Büyük oğlum çok güzel oynar harmandalı oyununu kimbilir belki bir düğünde kalkıp oynayıveririz ana oğul...ne güzel olur dimi...ama önce ekip arkadaşlarımla oynamam lazım. Güzel olacak güzel...

22 Mart 2010 Pazartesi

Nilayımızdaydık


Nilay'cım canım arkadaşım Çanakkale'ye yerleşti burasıda güzel evinin salonu...Ona ziyarete gittik Cumartesi günü bizi çok güzel ağırladı yediklerimiz bana kalsın ama çok güzel bir gün geçirdik. Güzel evinde güle güle otur arkadaşım ...emekli günlerin sağlık ve sıhhat içinde geçsin sevdiklerinle beraber... yüreği sevgi dolu arkadaşım .. hayatın boyunca güzellikler yaşa inşallah.....

17 Mart 2010 Çarşamba

Çanakkale Zaferimizin 95.yılı kutlu olsun...

DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!…

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

NECMETTİN HALİL ONAN

VEFAT

Dün canım arkadaşım Süheyla'cımın babasını toprağa verdik. Amansız hastalık onuda aldı aramızdan ruhu şad olsun, ışıklar yağsın üstüne Lütfü amcanın. Çok çabuk oldu, arkadaşım "babam hasta onu hastaneye yatırdık" diyeli çok olmadı iki hafta yada üç hafta kadar bir süre. Evlerden uzak olsun ama grip gibi rastlanır oldu artık bu hastalığa. Genç, yaşlı demeden bir bir çekip alıyor sevdiklerimizi.
Güzel arkadaşım sana, kardeşine ve annecine sabırlar diliyorum.

10 Mart 2010 Çarşamba

sevimli korsan

Samuel Crowe Pirateoyuncakçı ninem senin için...

puf

Triangles Tuffetşöyle ayaklarımızı buna uzatıp elimizede kahvemizi alsak sevdiğimiz arkadaşımızla güzel bir sohbete dalsak...ama önce örmek gerek..... buda eltoşuma gitsin buradan iki günde örecektir eminim....)))

parmak kuklası

Jungle Finger Puppet Patternhayal gücünün sınırı yok işte çocukların çok seveceği bir oyuncak hemde sıfır maliyet....yapana terapi oynayana gelişim..

7 Mart 2010 Pazar

Senden ötürü beya

Dün yani cumartesi gittik filme gülmekten karnım ağrıdı ...uzun zamandır bu kadar çok güldüğümü hatırlamıyorum... Güldürmek zor sanat oysa ağlatmak ne kolaydır... Bu yüzden güldürene olan hayranlığım bir kat daha artar. Çanakkale'de vede özellikle Geyikli'de çevrildiği için çok heyecanlandım. Ben altı yaşıma kadar Geyikli'de yaşadım oradan ayrılırken ne çok ağlamıştık kardeşimle birlikte hayal meyal de olsa bir dolu anımız var sokaklarında. Annecim pek sever orayı onuda götüreceğim filme ilk fırsatta. Ata Demirer döktürmüş, bayıldım bayıldım filmin her karesine hele bir kör numarası yaptıkları yeri var ki filmin koptum orada..))) Gidin hemen gidin bizim buralar anlatılmış ve bizden çok kimse anlayamaz oradaki lafları...tamammı beya....
Ama filme girerken iki su, bir mısır için yedi lira para ödedimya içime oturdu. Sinemaya giderken suyumu yanımda götüreceğim bundan sonra..))) içemedim suyu biliyormusunuz kıymetinden..)))) mısırda yemeyiveririm beya...

5 Mart 2010 Cuma

VARDIR MUTLAKA

Herkesin yazmaya başladığı; ama tamamlayamadığı bir romanı vardır mutlaka...
Daha birkaç gün öncesinin mutluluk perisiyken "önsöz" yazılan, fakat en akıcı, en heyecanlı, en merak edilesi yerinde o sevimsiz, numarasız, bomboş sayfa ile burun buruna kalınan bir romanı...
...
Bir durak, bir peron, bir istasyon sahnesi olmasa da ortada; herkesin dönüşü olmayan bir yolculuğu vardır mutlaka...
Acı bir siren sesinin kalkış saatini bildirdiği, aslında nereye gittiğinin hiç de önemli olmadığı hüzün otobüsüyle bir seyahati...
...
Son dörtlüğünü tamamlayamasa da; herkes umut sayfasına "keşke"li bir şiir karalamıştır mutlaka...
Üstüne buldozer gibi yalnızlığı çekince yazılamayan, "imkansızım"la bitirilmek zorunda kalınan bir şiir...
...
Herkes en güzel renklerini, hayalindeki tablo için hazır etmiştir mutlaka...
Siyahında ayar tutturamadığı; mor, turkuaz, fuşya...
...Ve herkesin tablosu; parçalara bölünmüştür bir şekilde... Uçakların delip geçtiği, mâsum kelebeklerin bile kılıç sallayarak paramparça ettiği tablosu...
...
Herkesin özene bezene, sallamadan dökmeden, kendi avuçlarıyla doldurduğu bir okyanusu vardır mutlaka...
Henüz dizkapaklarındayken çırpınarak boğulduğu, yeşil elma kokusunu çoktan kaybetmiş okyanusu...
...
Herkes, "Prenses" ismini verdiği bir elması işlemiştir mutlaka...
Üstüne titredikçe sarstığı, dikkat ettikçe parçalara böldüğü, bin köşeye savurduktan sonra binlerce kez vücuduna saplanan eşsiz karatlık bir elması...
...
Bir çift gözden ve bir tek dudaktan kurulmuş bir idam sehpası,
Kalpten giren bir virüsün, bütün hücrelerine yayıldığı,
Felç olmuş bir ayrılığa kendi elleriyle sebebiyet verdiği,
Defalarca öldüğünden farklı;
Herkesin gerçek bir ölümü vardır mutlaka...
Ölmeden önce yaşadığı...

Netten alıntı

2 Mart 2010 Salı

DÜRÜSTLÜK

DÜRÜSTLÜK
Bir zamanlar, Uzak Doğu'da, artık yaşlandığını ve yerine geçecek birini seçmesi gerektiğini düşünen bir imparator varmış. Yardımcılarından ya da çocuklarından birini seçmek yerine; kendi yerine geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar vermiş.
Bir gün, ülkesindeki tüm gençleri çağırmış ve: "Artık tahttan inip yeni bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden birini seçmeye karar verdim." demiş.
Gençler şaşırmışlar, ancak o sürdürmüş: "Bugün hepinize birer tohum vereceğim. Bir tek tohum... Ama bu çok özel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayıp büyütmenizi istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o tohumla buraya geleceksiniz. Sizi, yetiştirdiğiniz o tohuma göre değerlendirip, birinizi imparator seçeceğim."
Saraya çağırılan gençlerin arasında Ling adında biri de varmış. O da diğerleri gibi tohumunu almış... Evine gidip heyecanla olayı annesine anlatmış. Annesi bir saksı ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardım etmiş. Sonra birlikte dikkatlice sulamışlar. Her gün sulayıp büyümesini bekliyorlarmış.
Yeterince zaman geçtikten sonra diğer gençler tohumlarının ne kadar büyüdüğünü anlatırken, Ling hayal kırıklığı içinde, kendi tohumunda hiçbir değişiklik olmadığını görüyormuş. Üç hafta, dört hafta,beş hafta geçmiş... Hâlâ hiçbir gelişme yokmuş.
Diğerleri yetişen bitkilerinden söz ederken Ling çok üzülüyormuş. İmparatorun onu
beceriksiz sanmasından çok endişeleniyormuş. Arkadaşlarına da hiçbir şey diyemiyor, sabırla bekliyormuş.
Sonunda bir yıl bitmiş ve gençlerin yetiştirdikleri bitkileri imparatorun huzuruna götürecekleri gün gelip çatmış.. Ling, annesine boş saksıyı götüremeyeceğini
söyleyince, annesi ona cesaret verip; saksısını götürüp dürüst bir şekilde olanları imparatora anlatmasını istemiş.
Ling, pek istemese de, annesinin sözünü tutmuş ve boş saksıyla saraya gitmiş. Saraya varınca arkadaşlarının yetiştirdiği bitkilerin güzellikleri karşısında şaşırmış.
Sonra imparator gelmiş ve tüm gençleri selamlamış. Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya çalışıyormuş. "Ne büyük bitkiler, çiçekler ve ağaçlar yetiştirmişsiniz. Bugün biriniz imparator olacak." demiş imparator.
Aniden arkada elinde boş saksısıyla Ling'i fark etmiş. Hemen muhafızlarına onu öne getirmelerini emretmiş. Ling çok korkmuş. "Sanırım beceriksizliğimden dolayı beni öldürtecek."
Ling öne geldiğinde imparator adını sormuş.
"Adım Ling." demiş. Diğer gençler gülüşüp onunla alay etmeye başlamışlar.
İmparator onları susturmuş.
Ling'e ve elindeki saksıya dikkatle bakıp kalabalığa doğru dönmüş. "Yeni imparatorunuzu selamlayın. Adı Ling!" demiş.
Ling inanamamış. Çünkü tohumunu yeşertememiş bile, nasıl imparator olurmuş?...
İmparator devam etmiş: "Bir yıl önce burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayıp bir yıl sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamış tohum vermiştim. Asla büyüyemeyecek olan...
Ling'in dışında herkes ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdi; çünkü tohumun büyümediğini fark edince hepiniz onu bir başka tohumla değiştirdiniz.
Sadece Ling içinde benim verdiğim tohum olan boş saksıyı getirme cesaret ve dürüstlüğünü gösterdi. Beklentisi gerçekleşmeyince umutsuzluğa kapılsa da, dürüstlüğünden vazgeçmedi... Onun için yeni imparatorunuz o olacak!"
Ne dersiniz, böylesi “ben çaba harcadım ama beceremedim” denilebilen bir dürüstlüğü özlemedik mi?

GÜLBİN DEMİRHAN