7 Şubat 2010 Pazar

Gülbin arkadaşımdan bir yazı daha

KARANLIKTA…

İlanda;
“Kör Fotoğrafçılar Projesi sizi daha önce yaşamadığınız bir yemek tecrübesine davet ediyor. KARANLIKTA YEMEK ” yazıyordu…

Galata Diyalog Derneği etkinliklerinin kapsamı içinde yer alan Sesli Kütüphane oluşturma çalışmalarına katılıp kitap seslendirdiğim projenin yeni bir etkinliği idi ve gönüllüler adına davetlisi idik eşimle birlikte bu yemeğin.

Altışarlı gruplar halinde kör refakatçimizin arkasında birbirimizin omuzlarına tutunarak girdik zifiri karanlık yemek salonuna.

İşte o andan itibaren bütün dünya değişti.

Masalarımıza refakatçimizin yardımı ile gidip sandalyelerimize oturduk. Sadece ses vardı artık. Çok iyi bildiğim salonun neresinde olduğumu bile bilmiyordum. Masada sadece yanımda eşim olduğundan emindim.

Daha sonra bir anonsla genel salon düzenini, masalarımızda önümüzde neler olduğunu öğrendik. Kaşık,çatallarımız nerede, tuzluğu nerede bulacağız, bardaklarımız nerede…..

Kör servis elemanları yanımıza ne zaman geldiler, daha önce çeşidini sordukları içeceklerimizi ne zaman koyup kadehlerimizi bulmamıza yardım ettiler, anlamadık bile.

O, bizim için inanılmaz karanlığın içinde neler neler hissedildiğini yaşamak gerek.

İlk fark edilen, hiçbir restoranda işitemeyeceğiniz kadar çok ses olmasıydı. Herkes olanca gücü ile konuşuyordu. İnsan zifiri karanlıkta görmeyince iletişim yöntemi olarak konuşmayı seçiyormuş meğer öncelikle.

Yemek servisi başlayıp yemeklerimiz sıra ile önümüze gelmeye başladığında bir kez daha yüzleştik karanlıkla ve görme duyumuza bağlı alışkanlıklarımızla… Tabağımızda ne olduğunu bilmiyorduk. Bilsek de istediğimizi istediğimiz kadar almak öyle zordu ki. Çatalımıza alabildiklerimizi tadından anlamaya, baharat tahminleri yapmaya çalışıyorduk.

Gecenin sonunda kahvemizi yudumlarken Onur Yılmaz’ın gitarı eşliğinde Arzu Şensoy’dan dinlediğimiz arya gecenin en güzel sürpriziydi. Büyüleyici bir sesi vardı.

Kör refakatçimizin yardımı ile yemek salonundan çıktığımızda kendimi ve görmeye dayalı önyargıların bizi nasıl esir aldığını değerlendirmeye çalışıyordum.

Herkesin birbirini gördüğü bir restoranda olsak belki masada karşımızda oturduklarını “karşımızda oturan kimse var mı acaba?” dediklerinde fark ettiğimiz o harika çiftle bu kadar sohbet etmeyebilirdik. Belki bu kadar çok “gürültü” yapmaz ama bu kadar da mutlu olmazdık.

Bu arada Nuri Bey’in çıkışta verdiği dosyadan yediğimiz yemeklerin detaylarını, servis personelini ve dinlediğimiz harika müziği yapan kişileri yeniden öğrenme şansına sahip olduk.

Bu yemek körleri değil, kendimizi anlamak için çok önemliydi. Görenlerin dünyasında onlar ne kadar rahatlar tartışılır ama görmezlerin dünyasında bizi nasıl rahat ettirdiklerini ne kadar anlatsam bitiremem.

Bize böyle bir deneyim yaşattıkları için içinde yer almaktan mutluluk duyduğum bu derneğin tüm gönüllülerine, çalışanlarına ve “proje fabrikatörü” Nuri Kaya’ya teşekkür borçluyum.

Gülbin DEMİRHAN

2 yorum:

Unknown dedi ki...

NASIL MUAAZZAM BİR DENEYİM YAŞADIKLARINI İLGİYLE OKUDUM.MUHTEŞEM BİRŞEY OLSA GEREK.DAHA ÇOK MU YAŞASAK HEPİMİZ BU TÜR DENEYİMLERİ.DÜNYA DÜZELİR Mİ BİZ DAHA ANLAYIŞLI İNSANLAR OLURMUYUZ ACABA.DAHA DOĞRUSU İNSANLIĞIMIZI YİTİREN BİZLER İNSAN OLURMUYUZ ACABA

Adsız dedi ki...

BENCİLLİĞİMİZDEN UTANDIM
MIZMIZLANMAMIZDAN UTANDIM
GÜLBİNCİM BİZİM GÖZÜMÜZ KULAĞIMIZ OLDUĞUN İÇİN TEŞEKKÜRLER
SAYENDE UZAKLAR YAKIN OLUYOR BİZE...