28 Şubat 2010 Pazar

Oradaydım

Cuma akşamı arkadaşım Arzu'nun daveti üzerine Çan Seramik Musiki Derneğinin konserine gittik. Türk sanat müziğini çok severim ve harika bir konser izledim, üstelik korodakilerin bir çoğunu tanıyor olmamda ayrı bir güzellik kattı olaya. Ama ben konserden çok yapılış nedeninden bahsetmek istiyorum.
Zihinsel engelli çocuklar için kurulmuş bir okul var Çan'ımız da, oradaki ihtiyaçların karşılanması yararına düzenlendi konser. Öğrencilerin konser arasındaki gösterileri çok duygulu anlar geçirmemize neden oldu. Konseri düzenleyenlerin ( Çan Öz-Kur) heyecanı görülmeye değerdi, yaptıkları bu erdemli işten dolayı onları kutluyorum.
Biraz etrafımızda olanı biteni görsek, hiç olmazsa görebilenleri yüreklendirsek, ah bir farkında olabilsek.
En çok da annelere gözüm takıldı, kocaman yürekli bir o kadar da fedakar annelere ... Canları, ciğerleri biricik yavruları için düzenlenmiş olan bu etkinlik en çok onları mutlu etti.
Bir folklor ekibi kuruluyormuş okullarında, o ihtiyaçlar için harcanacakmış toplanan para, ilk gösterilerinde ben en önden izlemek istiyorum, ekipteki çocuklarımızı, onlar için uğraşan öğretmenlerimizi, dernek üyelerini ve anneleri avuçlarım patlayana kadar alkışlamak için. Beni okuma zarifliğini gösteren sizlerle birlikte tabi. Ben buradan haber ederim size şurada ve şu saatte diye. Bizde böyle uzatalım elimizi onlara ne dersiniz?





26 Şubat 2010 Cuma

YAĞMUR

Dikkat! 10 yıllık yağmur periodundayiz...?

Dünyaya 10 yılda bir çok yağmur yağıyormuş.

Bu yıl (2010) bu 10 yıllık periyottaymışız.

Bu nedenle yediğiniz kaysı, şeftali, kiraz, vişne, erik vb. çekirdeklerini lütfen çöpe atmayın ve herhangi bir yerde toprağın 10 cm altına gömün.

Üzerine de bir bardak su dökün. Dikilen bu meyvelerin en az yarısı yeşerip ağaç olurmuş.

Ekonomik yoldan ülkemizi yeşillendirmek için dikebildiğimiz kadar meyve çekirdeği gömelim.

En büyük israflardan birisi meyve çekirdeklerinin çöpe atılması, ülkemiz adına küçümsenemeyecek büyük bir servet...

Bu uygulamayı "TEMA" da yaptı, teşvik ediyor.

Doğaya yardım etmek, gelecekte etrafımızı saracak beton ve gökdelenlerden alamayacağımız oksijeni karşılamak için bile
bu çekirdeklerden çıkacak ağaçlara ihtiyacımız olacaktır.

24 Şubat 2010 Çarşamba

MEVLÜT KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN


YILDIZ KENTER'DEN

İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam...

Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil...

Ölmek, belki bazen.

Bize düşen yaşamak.

Koşullar ne olursa olsun yaşamak...

Ayakta kalmak...

Hadi sıyırttın sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor...

Uzun yaşamak, bir ayrıcalık.

İyi, güzel...

Ama ayakta kalmak, kalabilmek.

Ceza!

Müthiş bir ceza!

İlkokuldaydım, birinci sınıfta.

Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım.

Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük,

ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak...

Utanıyorum, midem bulanıyor.

Ölmek istiyorum.

Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum.

Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum:

Kabak çekirdeklerim!

Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim.

Mahmut'la (benden bir buçuk yaş büyük ağabeyim;

üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik.

Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada.

Bahardı...

Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş.

Ev yok pek.

Apartman hele hiç yok.

Göz alabildiğine tarla.

Papatyalar,gelincikler.

Hadi be sen de!..

Ne diye ölecekmişim...

Mati'cigimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek,

konuşa gülüşe eve gitmek varken!

Şimdi dönüp geriye baktığımda,

hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum.

Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma!

Değer mi?..

Bir şey yap, Met'i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin'i...

İçim ısınıyor yeniden.

Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap.

Yaşa...

Dur diyorlar bir yandan da, koşma...

Yeter dinlen artık.

Koşma...

Öl artık!

Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha..."


22 Şubat 2010 Pazartesi

bugün benim doğum günüm.....

Ne güzel bir gün Şubat ayındayız ama baharı yaşıyoruz gibi sanki. Ama benim için daha bir güzel çünkü doğum günüm. Sabahtan beri hatta akşamdan başlandı aramalar sormalar..))) eltoşum geldi akşam doğum günü kutlamasına sağolsun hiç atlamaz böyle günleri.... arkadaşlarım telefon ediyorlar yada mail gönderiyorlar yeni yaşımı kutlamak için hepsine buradan da ayrıca teşekkürler ediyorum.... Doğum günleri biz yetişkinler için çok daha başka anlamlarla yüklü tabiii çocuklarımla ve eşimle sağlık içinde, daha nice güzel günleri yaşamak ve dostlarımla da paylaşmak istiyorum. Sağlıkla ve huzur içinde geçen yıllarım olsun, torunlarım olsun eteklerimde, yüzü hep gülen ve yüzleride güldürebilen olmak istiyorum. Sıkıntılarımla insanları kaçıran değil muhabbetimle aranan olmak istiyorum... Etrafımda bulunanlara iyi gelmek, dertlere derman olabilecek iki güzel laf edebilen olmak istiyorum. Çok bişi istemedim sanırım...mumları üflerken dilenirya bende onu yaptım şimdi....ha birde yetecek kadar para, çocuklarıma güzel yarınlar istiyorum....dolayısı ile bende endişesiz olmak istiyorum.... Yaşlanıp Sabiş nine olmayı istiyorum... ))) Mustafa dede ile ne kadar güzel bir hayat geçirdiğimizi anlatmak istiyorum....kucak dolusu sevgiler bugün beni okuyanlara......

16 Şubat 2010 Salı

Bursa

Cumartesi günü Bursa'ya gittik arkadaşlarla, tam 27 kişi tabiki turistik bir gezi değildi..)) alış veriş gezisi diyeceğim ama, alış veriş yorgunluğu desem çok daha iyi olacak. Doğru düzgün bir tek bu foto var makinamda çünkü, bir koşturmaca, bir telaş içinde geçti zaman. Fotoğraf için pek zaman ayıramadım. Oysaki ölümsüzleştirecek o kadar çok an vardıki. Aklıma bile gelmedi makinayı çıkarıp düğmeye basmak. Önce İkea istendi daha sonra benim en sevdiğim mekan kapalıçarşı, bu resimde İkea gezisi sonunda, Çiçek Izgara'da yemek molamızdan, tabi gidenlerin yarısı yok onlar yemek yerine alış verişi tercih ettiler. Kapalıçarşı dan sonra Koru Parka bir girdik çıkmamak üzere))) herkes çil yavrusu gibi dağıldı ve belirtilen saatte yorgun, argın arabadaydık. Onca alınanları arabaya nasıl yerleştirdik hayret ediyorum şimdi, gezinmeye yer yoktu aralarda. Bursa ekonomisine yaptığımız bu katkıdan dolayı gururla döndük evlerimize... Huzur içindeyiz şimdi. Kadın kısmı alış verişle mutlu oluyor napacaksın. Harcamak doğamızda var bizim şuçumuz değil yani)))) Daha nice Bursa ve benzeri AV gezilerine diyorum başkada bişi demiyorum.

14 Şubat 2010 Pazar

yaza hazırlık olsun

sevgi günü

Bugün sevgililer günü deniyor ya...ben de hayatımdaki bütün sevgililerin; sevgili kocamın, sevgili çocuklarım Mehmet ve Mert'in, sevgili kardeşimin, sevgili yeğenimin, yeğenimin sevgili annesinin, sevgili görümcemin ve onun sevgili çocuklarının vede onların sevgili eşlerinin, sevgili eltoşum ve kardeşimiz Adnan'ın, çook sevgili arkadaşlarımın, sevgili komşularımın, sevgili annecimin sevgi günleri kutlu olsun... Hepinizi çok seviyorum.

Sevildiğini bilmek kadar güzel birşey olamaz, tıpkı sevilmediğini bilmek kadar kötü bişi olamayacağı gibi.............

Sevildiğimizden emin olmak kaygısı ile yaşamayacağımız bir dünya olsun dileklerimle...

9 Şubat 2010 Salı

şifon kumaş gibi örgü...

Gene Gülbinciğimin marifeti napim kadın hamarat bende yayınlıyorum...Askılı elbiselerinin üstüne örmüş yazlık hırka yada bolero diyebiliriz...yakadan başlamış galiba...örneğini vermedi..))) ama çözeriz biz resimden değilmi ama...güle gle giy canım arkadaşım iyi günlerde...ellerine sağlık...

8 Şubat 2010 Pazartesi

değişik bir yelek modeli


Dedimya çok marifetlidir diye...Değişik bir yelek örüyorum Sabiş dedi, dedi ve ertesi gün de bitti dedi ya. Nazar edeceğim artık seni Gülbin'cim okunman gerek gülüm...
Arka kısmındanda bir resim alabilseymiş daha bir iyi olacakmış örnek çıkarmak bakımından... sanırım arka bütün...önde bir yırtmaç oluşmış ama çok hoş durmuş ellerine sağlık.

7 Şubat 2010 Pazar

Gülbin arkadaşımdan bir yazı daha

KARANLIKTA…

İlanda;
“Kör Fotoğrafçılar Projesi sizi daha önce yaşamadığınız bir yemek tecrübesine davet ediyor. KARANLIKTA YEMEK ” yazıyordu…

Galata Diyalog Derneği etkinliklerinin kapsamı içinde yer alan Sesli Kütüphane oluşturma çalışmalarına katılıp kitap seslendirdiğim projenin yeni bir etkinliği idi ve gönüllüler adına davetlisi idik eşimle birlikte bu yemeğin.

Altışarlı gruplar halinde kör refakatçimizin arkasında birbirimizin omuzlarına tutunarak girdik zifiri karanlık yemek salonuna.

İşte o andan itibaren bütün dünya değişti.

Masalarımıza refakatçimizin yardımı ile gidip sandalyelerimize oturduk. Sadece ses vardı artık. Çok iyi bildiğim salonun neresinde olduğumu bile bilmiyordum. Masada sadece yanımda eşim olduğundan emindim.

Daha sonra bir anonsla genel salon düzenini, masalarımızda önümüzde neler olduğunu öğrendik. Kaşık,çatallarımız nerede, tuzluğu nerede bulacağız, bardaklarımız nerede…..

Kör servis elemanları yanımıza ne zaman geldiler, daha önce çeşidini sordukları içeceklerimizi ne zaman koyup kadehlerimizi bulmamıza yardım ettiler, anlamadık bile.

O, bizim için inanılmaz karanlığın içinde neler neler hissedildiğini yaşamak gerek.

İlk fark edilen, hiçbir restoranda işitemeyeceğiniz kadar çok ses olmasıydı. Herkes olanca gücü ile konuşuyordu. İnsan zifiri karanlıkta görmeyince iletişim yöntemi olarak konuşmayı seçiyormuş meğer öncelikle.

Yemek servisi başlayıp yemeklerimiz sıra ile önümüze gelmeye başladığında bir kez daha yüzleştik karanlıkla ve görme duyumuza bağlı alışkanlıklarımızla… Tabağımızda ne olduğunu bilmiyorduk. Bilsek de istediğimizi istediğimiz kadar almak öyle zordu ki. Çatalımıza alabildiklerimizi tadından anlamaya, baharat tahminleri yapmaya çalışıyorduk.

Gecenin sonunda kahvemizi yudumlarken Onur Yılmaz’ın gitarı eşliğinde Arzu Şensoy’dan dinlediğimiz arya gecenin en güzel sürpriziydi. Büyüleyici bir sesi vardı.

Kör refakatçimizin yardımı ile yemek salonundan çıktığımızda kendimi ve görmeye dayalı önyargıların bizi nasıl esir aldığını değerlendirmeye çalışıyordum.

Herkesin birbirini gördüğü bir restoranda olsak belki masada karşımızda oturduklarını “karşımızda oturan kimse var mı acaba?” dediklerinde fark ettiğimiz o harika çiftle bu kadar sohbet etmeyebilirdik. Belki bu kadar çok “gürültü” yapmaz ama bu kadar da mutlu olmazdık.

Bu arada Nuri Bey’in çıkışta verdiği dosyadan yediğimiz yemeklerin detaylarını, servis personelini ve dinlediğimiz harika müziği yapan kişileri yeniden öğrenme şansına sahip olduk.

Bu yemek körleri değil, kendimizi anlamak için çok önemliydi. Görenlerin dünyasında onlar ne kadar rahatlar tartışılır ama görmezlerin dünyasında bizi nasıl rahat ettirdiklerini ne kadar anlatsam bitiremem.

Bize böyle bir deneyim yaşattıkları için içinde yer almaktan mutluluk duyduğum bu derneğin tüm gönüllülerine, çalışanlarına ve “proje fabrikatörü” Nuri Kaya’ya teşekkür borçluyum.

Gülbin DEMİRHAN

6 Şubat 2010 Cumartesi

DİDO

dağlarda gezen kartalım
kırıldı mı ? kanatların
can mı çıktı boğazından
niye düştün düz tarlaya ?

tut elimden,kalk gidelim
oy gidelim ziganaya
nanina dido,dido anam
dido babam dido nanina

kalk ayağa çık dağlara
uğrama hiç şehirlere
bilmezler ne gelmiş başa
burda ağlamak bile yasak

tut elimden,kalk gidelim
oy gidelim ziganaya
nanina dido,dido anam
dido babam dido nanina

Volkan KONAK


Volkan Konağı ve özellikle bu türküsünü çok seviyorum..

Show tv de programı başlayacakmış sabırsızlıkla bekliyorum...


4 Şubat 2010 Perşembe

Örgü elbiseler bizlere göre..


Gülbin arkadaşım kendine örmüş elbiseleri banada resimlerini gönderdi ..çok güzel olmuş güle güle giysin ama yayınlamadan olmaz değilmi?
Kumaş ile örgü birleşmiş şahane olmuş, kumaş kısmı paşmina şallardanmış çok iyi fikir diğer elbisede diz üstü olarak yapılmış ama renk şahane...
Efendim bu arkadaşım çok yönlüdür bunlar sadece ve sadece minik bir kısım... daha onda neler, ne cevherler var. Maşallah diyeyim...
Bir ara evinin bütün camlarına el örgüsü perde yapmıştı, aaa sahi Gülbin onlarında resimlerini yayınlayabilirim sen çek çek gönder bana canım arkadaşım... Nasılda zaman bulup yapıyorsun bunca işi pes valla ... kıskandım hemen elimdeki işi bitirip buraya koymalıyım yahu... bu yahuda Gülbinden...)))

ağızlık



Annem vermişti ... sanırım dedemizden kalma nasıl bir zerafet içinde içiliyormuş sigara diye düşünüyorum...bizi hiç görememiş dedemiz ama ondan bize kalan o kadar çok eşya varki resimleyebildiklerimi buradan yayınlayacağım.
Ağızlığın baş kısmı lüle taşıdır, ağıza denk gelen kısmı ise kehribar. Belki ünlü birinin büstü, belkide değil, belkide yapan kendini tasfir etti kimbilir.
Tepeden sokuluyor sigara yani dik durması gerek...
El işi, bir sanat eseri, bunu yapan da, kullananda şimdi aramızda değil. Ne garip ölümsüz olan eşyalar...
Dedem rahmetli, çok asil adammış kullandığı eşyalardan bunu seziyorum zaten annemde aynı şeyi söylüyor. Onu tanımayı o kadar çok isterdimki ve anneannemi tabi ikiside nurlar içinde yatsın, bizlere bıraktıkları eşyalar bile bu kadar etkiliyor beni tanısaydım eminim üstümde izleri çok olacaktı... Annemiz tek başına kalmış bu dünyada onlarsız, tek tesellisi güzel hatıraları... Babasını sevgi ve saygıyla anar hep, erkenden kaybetmiş ama hiç kötü bir anısı yok babasıyla ilgili ne güzel ... Seninde şansın bu anacım ... Az yada çok yaşamak değil önemli olan iyi sözlerle anılabilmek, hepimizin izleri olacak bir şekilde bir yerlerde yada anıları, kalan eşyaları onlar dile geldiğinde iyi şeyler söylensin diliyorum hepimiz için...
Bir ağızlık bunları söyletti bakalım daha neler çıkacak neler yazacağım...

3 Şubat 2010 Çarşamba

Bere ve kaşkol

Güzel arkadaşım bere ve kaşkol ne kadar çok yakışmış sana... Sen tarif ettiydin ben örmüştüm ama ne güzel bir iş çıkmış ortaya değilmi? sende emekli olunca biz bu işleri yapalım fikir senden örmek benden...))) pazarlamayıda sen yaparsın artık...Aslında renkler tam çıkmamış burada ama güzel görünüyorlar.. heleki sende daha bir güzel..güle güle kullan iyi günlerinde...berenin yan kısmında güzel bir çiçek var ama ..)))

güneş ve kar


Evimizin önündeki çeşme muhteşemdi bu sabah, hiç kimse basmadan karlara, 7.30 da aldım makinayı çıktım balkona. Bir doğa harikasıydı gördüklerim... Kuşlar bile uçuşup bozmak istemiyorlardı sanki pamuk yığınlarını....Huzur sözcüğü bu günlerde çok kullanılıyorya siyasi arenada, budur dedim huzur budur işte... Eriyorken çok kötü bir görüntü oluyor ama yağarken ve sonrasıda çok güzel .. Kuşlar yemeksiz kalıyor diye balkona bulgur, ekmek ve su koyuyorum ... ama en üstteki katta oturduğumuz için göremiyorlar galiba benim mamalarımı....
Evimizin arka kısmında bir minik vadi ve dağ var oranın görüntüsüde çok güzel bu gün...gerçi her mevsim güzeldir burası ama bu sabah bembeyaz... resimde seçilmiyor pek ama minikte bir şelale var burada...karlar erirken kendimizi Niyagara şelalesinin yanı başında hissediyoruz..))) su sesi bize öyle bir durum yaratıyor...








Bak tek başına bir kumru bulgurlarımı görsünde gelsin diye ben yalvarıyorum oda bana şaşkın şaşkın bakıyor...
Boynunu bükmüş bir gül...açamadan kar yağmış diyeceğim ama bu mevsime kadar niye beklediki, beklediğimi gelmedi yoksa.?