26 Aralık 2011 Pazartesi

http://elisidefteri.blogspot.com/

Yeni bir blog arkadaşım var...Derya Baykal'ın programında izlemiştim .. çok marifetli ondan öğreneceğim çok şey var... bence internetin en güzel tarafı bu....hadi tıklayın sizde gezin

20 Aralık 2011 Salı

ürünlerim hazır



Az sonra kargoya vereceğim....Kullanacak hanım iyi günlerinde kullansın..

19 Aralık 2011 Pazartesi

Fatmagül'ün eldivenleri...





Bir mail ile başladı hikayesi...hiç dikkat etmemiştim dizide, meğer el işi eldivenler kullanılmış geçen sezon...siparişi veren bey videolarını bile gönderdi ben rahat çalışayım diye...çok itina edildi bu iş için ne şanslı kullanacak hanım...güle güle kullansın diyorum....beğenilmiş ürünlerim...koyu pembesi içinde sipariş geldi..çok mutluyum bugün çok....yapılan işin beğenilmesi harcanan emeğin kabul görmesi ne hoş..

5 Aralık 2011 Pazartesi

Çantalar netten...

Örgücü Ninem nerdesin......

Blok yazmaya başladığımdan beri takip ettiğim, her gün ne yazmış ne örmüş diye merak ettiğim sevgili Örgücü Ninemizi çok merak ediyorum. Eşinin sağlık durumundan dolayı aramızda değil ama ondan bir haber almak ne bilim, son durum hakkında bilgi sahibi olmak istedim ama elimde mail adresinden başka bir veri yok... eğer içinizde kendisi ile haberleşen varsa bizlere de bilgi verse diyorum....

Bugün 5 Aralık Türk Kadının Seçme ve Seçilme Hakkının verilişinin 77. Yıldönümü

Yıl; 1934

Aylardan; Aralık

Günlerden; aydınlık bir Çarşamba.

Yollarını kar kapatmış memleketimin,

Kadınlara bahar açmış bir, 5 Aralık sabahı.

Kapılarını, demokrasiye aralık bırakmış kadınların,

Kadınsız meclis olmaz diyenlerin sabahı.

O gün karlı bir 5 Aralık 1934, kadınların baharı.

Artık mecliste topuk sesleri duyulacak,

Dört bir yana haber salın.

Emine’ler,Hatce’ler Ankara’ya yolculuk var kuşanın.

Çabucak yaptı yolculuk planını 18 kadın.

18 kadın girecek meclis kapısından,

Yıl 1935 Ey! Ahali uyanın.

Bursa’dan Şekibe kadın, Erzurum’dan Nakiye,

Sivas’tan Sabiha kadın, Anakara’ya yürüyor bakın.

Bakın da “kadını hor görenler” utanın.

Onlar; Atatürk yürekli kadınlar.

Mertebesi yüksek , alçak gönüllü kadınlar.

Onlar; Ekmeğini, Ankara’nın suyuna katık edecek,

Emeğini halkın meclisine serecekler kadınlar.

Onlar; Oy kullanacak,hayata yön verecek,

Hem seçer hem seçilir cinsten kadınlar.

İşte geldik o günlerden bugünlere ;

Kadına alın yazısı olmuş sanki; Yine mücadele,yine mücadele…

Kadın,

12 yi vurduğunda saat, kül kedisine dönüşmesin diye,

Ayak numarasından değil, haksızlığa ayaklanışından tanınsın diye,

Saçlarımızı kulelerden sarkıtmayacağız birileri tırmansın diye,

Direndik,direneceğiz; “Ananı da al git diyenlere”, teröre, töreye, şiddete,

Pes etmek yok…Sana namus sözü, sana kadın sözü Atatürk,

Mecliste çoğalacak,gururla “AND” içeceğiz.

Bu kadınlar; devrimlerine kurban Atatürk,

Kellemizi alsalar dönmeyeceğiz.

Ayşe ŞAHİN

2 Kasım 2011 Çarşamba

Deprem

Memleketimizin öbür ucunda meydana gelen deprem felaketi bir kez daha hepimizin yüreğini dağladı. Bütün yurttan oraya yardım edebilme çabalarını tv'den olsun, diğer medya organlarından olsun canlı canlı izledik. Şu anda Tv'8 de Okan Bayülgen'in programında da bu konu işleniyor. Yarın akşam saat sekizde yapılacak Türkülerimiz Van İçin programı ile ilgili konuşuluyor. Toplumsal barışa bir öncülük olacağına inanarak bu yola çıktık düşüncesindeler. Dilerim her şey güzel olur. Vandaki vatandaşlarımızın yerine kendimizi koymamak gibi bir durum olamaz zaten, çünkü her an bizde aynı şeylere maruz kalabiliriz. Bu tür programları izlerken şunu düşündüm ne çok duyarlı insan var ah bir sayabilsem bunları...duyarsız olanları etkilemek adına....İnanıyorum ki herkes üstüne düşeni yapmak istiyordur böyle zamanlarda insanız çünkü, yürek varsa içinde pıt pıt atan aksi zaten düşünülemez....ama o yürek ne sana nede bir başkasına faydasızsa ona yapılacak bişi yok. İnsan olduğumuzu hatırlayabilmek için bundan daha güzel bir fırsat yok bence... illa böyle felaketler olması gerekmiyor bunu yaşamak için ama .. ama işte ... birilerine yardım edebilme hazzını yaşamak gerek ömür içinde diye düşünüyorum. .. ne yapalım diye düşünen tonla insan var ne güzel bir ülkeyiz biz böyle...ne projeler, ne girişimler dinledikçe göğsüm kabardı.... şimdi bir otel sahibi arıyor projesini anlatıyor Bodrum'dan, depremzede 200 adet genci (16 ve 24 yaş arası) beş ay boyunca otelcilik konusunda eğitip iş güç sahibi yapmak gibi bir atılım .... diyorum ya ne güzel bir Ülkeyiz....sağolsun bu işe gönül verenler....



26 Ekim 2011 Çarşamba

Depremde nerede durmalı ?


Adım Doug Copp. Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır.
875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum, ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket 'azaltma' uzmanıydım. 1985'ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım.
1996'da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar.
İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket 'çömel ve korun' metodunu uygularken, 10 maket 'hayat üçgeni' metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film 'çömelip korunan/saklanan' kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.
Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTV programında izlendi.
Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu 'ayıptı, gereksizdi' ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim 'hayat üçgeni' dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir.
Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir.
Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. Trujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir:
'Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan 'hayat üçgeni' içinde hayatta kaldım.
Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım 'çömel ve korun' örnekleridir.

DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ ;


1)
'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenliyapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar.
Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır.
Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğinikeşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

22 Ekim 2011 Cumartesi

VERESİYE DEFTERİ


Muallim Ahmet Rıfkı..
Yıl 1915...
Çanakkale'de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten
içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; "-Hocam, mahallemizde
eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler, ama siz
hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor,
söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim
ne işe yarar?"
Muallim yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.
Ahmet Rıfkı'nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve
Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil
Efendiye uğrar ve şöyle der:
"Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan
düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz
bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!"
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım
olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
"Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu
yatmasın!" der.
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:
"Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir
de hesabı o çıkarsın!"
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah'la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi, "Ahmet Rıfkı" bölümünü açarak veresiye
defterini Gülşah'ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış
satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
"Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!"


Hala bu toprakların nimetinden faydalanıyorsak şayet,
yediklerimizin, içtiklerimizin bedeli birileri tarafından ödenmiş olduğu içindir.

16 Ekim 2011 Pazar

Karınca ile Ağustos Böceği



Çin versiyonu


Karınca bütün yaz çalışır evini, yiyeceklerini hazır eder.
Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder, vur
patlasın çal oynasın yazı geçirir.

Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken,
ağustos böceği açlık ve soğuktan iki gün sonra ölür.


Fransa versiyonu


Karınca bütün yaz çalışır evini, yiyeceklerini hazır eder.
Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder,
Vur patlasın çal oynasın yazı geçirir..
Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde sıcacık kışı geçirmeye
hazırlanırken kapı çalar.

Bakar elinde bavulu ağustos böceği;

- N'aber aptal komşum?, Ben kışı geçirmek için Karaib Adaları'na
gidiyorum da, bir isteğin var mı sorayım dedim.

Hadi bana eyvallah.

Türkiye versiyonu...


Karınca bütün yaz çalışır evini, yiyeceklerini hazır eder.
Ağustos böceği de yan gelir yatar ve karıncayla alay eder, vur
patlasın, çal oynasın yazı geçirir.

Ve kış gelir...

Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken,
ağustos böceği bir basın toplantısı düzenleyerek, "Etrafta onca aç ve
üşüyen varken, karıncalar nasıl bir vurdum duymazlıkla sıcacık
yuvalarında yaşayabiliyorlar" diye olayı kamuoyunun vicdanına sunar.
ATV, KANAL D, STAR, HABERTÜK, SHOW ve bir çok gazete zavallı aç ve açıktaki ağustos böceği ile karnı tok sırtı pek karıncanın resimlerini
yan yana yayınlayarak tarafları tartışmaya davet eder.

Türkiye olayın şokunu yaşamaktadır.

Nerededir bu devlet?

YBKD (Yeşil Böcekleri Koruma Derneği)' nden bir temsilci VAKİT, AKİT, ZAMAN, YENİŞAFAK, SAMANYOLU, 24, ÜLKE TV'ye giderek 30 yıldır çektikleri sefaletin tek nedeninin sırf yeşil renkli olmalarından
kaynaklandığını anlatır.

Nobel ödüllü ünlü yazarımız Orhan PAMUK ve tanınmış aydınlarımız olayı Avrupa düzeyinde protesto ederek Türkiye'yi kınarlar.*

*Konu Bakanlar Kurulu'nda tartışmaya açılır ve Başbakan TGRT ve SAMANYOLU TV'ye verdiği özel demecinde "Daha önceki hükümetler tarafından bunca yıldır sorunları göz ardı edilen değerli ağustos böceği kardeşlerimizin bundan böyle huzur ve refah içerisinde yaşamaları için gerekenler yapılacaktır" der.

Diğer yandan Reha MUHTAR karıncayı canlı yayına çıkararak, "Ey
karınca!, kendi reklamını yapmak için zavallı bir ağustos böceğinin
içler acısı durumundan yararlanmaya utanmıyor musun?" diye bir güzel haşlar.

Ertesi akşam TEKE TEK'te ise, karınca, "Ağustos böceğinden yürüttüğün para ve yiyecekleri nerede akladın, öt çabuk" diye Fatih ALTAYLI' dan bir güzel dayak yer.

TARAF bundan talimat üzerine bir haber yapar. "Bunun tek suçlusu TSK...", "... Belgeli Böcek Harekatı / Senaryosu / Sendromu / Fiyaskosu / Cuntası / İhtilali / Planı /..." diye, balon uçurur.

En sonunda karıncayı içeri tıkarlar.

Ve Ağustos Böceği onun evine yerleşir, yiyeceklerine konar,
eşyalarının üzerine yatar ve refah içerisinde gül gibi yaşar gider....

netten modeller

Click to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarnClick to see the yarn

11 Ekim 2011 Salı

Aloe vera benim mutfak camımı çok sevdi....


Kozmetik dünyasının en çok kullanılan bitkisi aloe vera şimdilik yapraklarının içini ellerime yüzüme sürüyorum...öğrendim ki taze sıkılmış meyve suyuna da katıp içiliyormuş deneyeceğimdir. Çoğaltıp eşe dosta vereceğim....canım arkadaşım Nimet vermişti bana sağolsun.. doğal olan herşeye varım, sağlık doğallıktan geçiyor bunu unutmayalım... Geçen gün salça yaparken kaynayan domates elime döküldü işaret parmağım bayağı yandı hemen buz yaptım ardından alo vera sürdüm sürekli, sonuç harika ne can acısı, nede izi kaldı... yanmış deriyi bu kadar çabuk onarıyor sa normal deride daha etkilidir diye düşünüyorum ne dersiniz ?

Turşu zamanı

Kornişon ve kırmızı lahana turşularımız hazır..